Yeni akademik yılımız hayırlı olsun.
Bir mübarek tatil daha sona erdi. Yenisinin gelmesi için uzun bir zaman var. Ama biz onu da delmesini becerir, bu bereketi bütün yıla yaymasını biliriz.
Kayıt haftasıdır deriz gitti bir hafta. Kayıtta bazı düzeltmler deriz eder iki hafta.
Vize öncesi bir, sonrası bir hafta.
Finaller yaklaşıyor. Biraz moral depolamaya ihtiyaç var. Gitti bir hafta.
Hocalarımız sağ olsun, devam konusunda çok anlayışlıdırlar; idare ederler.
Sınıflarda nasıl olsa bir iki inek her zaman oluyor. Onlar hocanın ağzından ne çıkıyorsa kaydını tutuyor, üstelik bir de özetini çıkarıyorlar.
Fotokopi servisi harıl harıl bu notları çoğaltmaya çalışıyor.
Sorular da üç aşağı beş yukarı e-ilahiyatta -üye olmak kaydıyla- nasıl olsa servis ediliyor. Önceden ne soracağı belli olmayan birkaç tip hoca dışında sorular da klasikleşmiş ve tektipleşmiş. Oh ne güzel.
Ders kitabı daha çok da notları olabildiğince sınırlanmış, finalde vize kısmını çıkarmak adet olmuş.
Ders kitabı dışında mukarrer birkaç kitap okutma esası öteden beri hiç benimsenmemiş, bunu denemeye kalkışanlar sevilmez olmuş.
İmtihandan çıkar çıkmaz, çoğu ders notları ve hatta ders kitapları kendilerini çöpte bulmuşlar.
Ezberlenen bütün bilgiler sınava endeksli olara geçici hafızada tutulmuş, geleceğe taşınmak üzere hiçbiri hard diske kayıt edilmemiş. Nasıl olsa hayatta lazım olmayacak türden olan bu bilgileri taşa kazır gibi hafızaya almanın ne anlamı olabilir ki!
Hemen herkesin elinde bir cep telefonu, her iki el de meşgul. Kimi sıra altında, kimi aleni olarak bu hayati işi asla ihmal etmeksizin bihakkın yerine getirmede en küçük ihmal göstermiyor. Gelen çağrılar, anında dersten çıkılarak karşılanıyor ve hiçbiri cevapsız bırakılmıyor. Kimi gazetesini de okuyor. Kimi dersi ve hocayı değil kendince önemli bulduğu çağın bir filozofuna yahut bir dahisine ait tarihin üzerine sifonu çekeceği türden ilmî, edebî, felsefî eserleri okumakla meşgul oluyor. Hocayı ve onun ikazlarını önemsemeyenler bile çıkıyor artık.
Nitekim benim bir kez böyle bir durum başıma geldi. Gazete okuyan bir kız öğrenciye, onu kapatmasını ve dersi dinlemesini söylediğim de ne dediğin şu anda tam hatırlamıyorum ama “Sen kendi işine bak!” anlamında bir şey söylemişti ve ben ne yapacağımı şaşırmıştım. Onu sınıftan mı çıkarsaydım. Buna hakkım olur muydu? Yoksa ben mi sınıfı terk etseydim. Ne onu ne de bunu yapabildim. Ama çok incinmiştim. Dersi nasıl tamamladığımı bilemiyorum.
Çoğunluğu artık kızlar oluşturuyor ve nispet %80’lere ulaşmış bulunuyor. Birçoğu kulağına kar suyu kaçmış gibi davranıyor. Çoğu öğrenci,
Aşk imiş her ne var ise âlemde
İlim ancak bir kîlu kâl imiş
dercesine Yunusvari bir edebiyatın peşine düşmüş gözüküyor.
İlim milim dediğin nedir ki?
Sen hiç ilmi nahv okumuş ve felah bulmuş kimseyi gördün mü. Önemli olan ilm-i mahvi tahsil etmek.
Onu da burası verebilecek değil ya.
Herkesin kendi meşrebine göre kabını doldurmaya çalıştığı hocası, mürşidi, gurusu da var.
Bize lazım olan bir diploma.
Onu da vermeyeceğiniz de tümden mi değerinizi kaybedeceksiniz. Hem siz ne için varsınız.
Garibce bir pencereden bakınca göze ilişen bunlar. Bizde ne yalan var ne hilaf.
Kazanın dibi delik. Üstten ne koyarsan koy, ne dolduğu var ne dolacağı.
Bizim oğlan bina okur döner döner gene okurdu.
Şimdi her bir şeyi okuyor!
Dün kazan dolmuyordu.
Bugün de dolmuyor.
Demek ki dünya boşuna dönüyor, hiçbir şey değişmiyor. Değişen sadece oyuncuların adları oluyor.
Bir başka pencere daha var ki, orada gözüken bunlardan çok farklı. İnsanı umutla ayakta tutan da işte o pencereden gözükenler oluyor.
Garibce, vaktiyle kendi elini öpen yetmişlik aksakal ihtiyarın elini öptüğü gibi o umudu besleyenlerin ellerini öpüyor. Onlara en yüce takdirlerini sunuyor.
Vemâ ekallehum!
Ama olsun. Zaten bu işler hep böyle oluyor.
İşimiz kolay, yılımız hayırlı, ürünümüz bereketli olsun!
Dua ile!